19 Aralık 2024 Perşembe

ANITKABİR MACERASI

 

Ali İstanbul'da yaşayan ve 4.sınıfa giden meraklı, gezmeyi seven, araştırmacı ruha sahip çok sevecen bir çocuktu. Ali aynı zamanda tarihe karşı merakı olan bir çocuktu. Bununla ilgili kitaplar okur, belgeseller seyreder, büyüklerine sorular sorup bilgiler edinirdi.

Ali pazartesi günü okula gittiğinde öğretmeni sınıfa girdi ve onlara,

-Çocuklar, size bir haberim var. Sizlere geçen senede bahsetmiştim. Sizi Ankara'ya atamızı ziyarete Anıtkabir'e götüreceğim, dedi.

Sınıfı büyük bir heyecan kapladı. Herkes yaşasın, diye bağırıp kendi aralarında konuşmaya başladı çünkü bu geziyi dört gözle bekliyorlardı. Ali'nin sınıf arkadaşı olan Ahmet hemen parmak kaldırdı ve öğretmenine,

-Öğretmenim, bu geziye ailelerimiz de gelecek mi, diye sordu.

-Evet çocuklar, bu gezi ailelerinizin de katılımı ile olacak. Hatta iki sınıf birlikte gideceğiz, ben haber vereceğim fakat sizler de ailenize bu geziden bahsedin. Size kimlerin eşlik edeceğini kararlaştırın.

Öğretmen yol boyunca bir rehberin onlara eşlik edeceğini ve Anıtkabir ile ilgili bilgiler vereceğini söyledi. Fakat onlardan ön bilgi edinmelerini istedi. Ali'nin içini büyük bir heyecan kaplamıştı, sevinç içinde eve gitti ve durumu ailesine anlattı. Ali'ye bu gezide babası eşlik edecekti, Ali ön bilgi edinmek için bir belgesel izledi. Artık onun için bütün hazırlıklar tamamdı.

Ali ve ailesi akşam yemeği için masaya oturacaklardı ki kapı çaldı, gelen Zehra ve Ayşe nineydi. Zehra, Ali ile aynı yaştaydı ve aynı okula gidiyordu, aynı zamanda iyi anlaşan iki arkadaştı. Ali onları içeri davet etti.

- Buyurun, biz de tam yemek yiyorduk, gelsenize beraber yiyelim, dedi. Beraber içeri geçtiler Ali'nin anne ve babası Ayşe nineyi karşılayıp yemek masasına davet ettiler. Ayşe nine,

- Sağ olun çocuklar ama yemeğe kalmayalım, sizden bir ricam olacak, diyerek konuya girdi:

- Zehra'nın öğretmeni bugün Anıtkabiri ziyaret için Ankara'ya gideceklerini söylemiş. Herhalde Ali'nin sınıfı ile beraber gidilecekmiş, dedi. Ali büyük bir sevinç içinde,

- Aaa, demek sizin sınıftı! Öğretmenimiz iki sınıf birlikte gideceğiz demişti, o zaman ikimiz aynı gün gideceğiz. Zehra üzgün gözlerle Ali'ye bakarak,

-Evet ama ben gelemeyebilirim, dedi. Tam o sırada Ayşe nine söze girdi ve Ali'nin anne ve babasına dönerek,

- Çocuklar, biliyorsunuz Zehra benimle yaşıyor. Anne ve babası şehir dışında, bu geziye ailelerle gidilecekmiş. Ben ayaklarımdan rahatsız olduğum için Zehra'ya da siz eşlik eder misiniz, diye sormaya geldim. Eğer kabul ederseniz öğretmeni ile konuşup durumu bildireyim, dedi.

Ali'nin ailesi “Tabii ki Zehra'ya eşlik etmeyi çok isteriz, hem Ali de çok mutlu olur.” dedi.

Zehra'nın ninesi öğretmenle konuşup durumu anlatıp onayı almıştı. Sonunda gezi günü geldi çattı, herkes okulun önünde toplanmış ve otobüsteki yerini almıştı. Zehra Alilerle gideceği için onların sınıfının bulunduğu otobüse bindi. İki sınıf ayrı otobüslerde Ankara yolculuğuna başladılar. Tıpkı Ali ve Zehra gibi çok heyecanlıydılar. Ali Zehra'yı sınıf arkadaşları ile tanıştırdı, yolculuğa sabah çok erken bir saatte başladıkları için bir saat kadar uyudular. Ankara'ya az bir zaman kala arabadaki rehber çocuklara Anıtkabir ile alakalı geçmişten günümüze kadar olan birçok bilgi verdi ve oralarda nelere dikkat etmeleri gerektiğini anlattı. Bir ara çocuklar da sorular sordu çünkü öğretmeni onlardan ön bilgi edinmelerini istemişti, Ali izlediği belgeselde dikkatini çeken bir olayı sormak için hemen parmak kaldırdı.

-Öğretmenim, bir şey sorabilir miyim, dedi.

-Tabii Ali, buyur.

-Öğretmenim, ben bir belgeselde görmüştüm ''Aslanlı Yol'' diye bir yer var, oradan geçerken herkes önüne bakıyordu. Bunun sebebi nedir?

- Aferin Ali, güzel bir soru sordun. Bu kısım dikkatini çektiğine göre belgeseli dikkatli izlemişsin, seni bu konuda ayrıca tebrik ederim, diyerek diğer çocuklarla da göz teması kurdu ve onlara dönerek,

-Evet çocuklar, ben de size tam bu kısımdan bahsedip uyarılarda bulunacaktım. Ali arkadaşınızın da söylediği gibi bu yolun adı ''Aslanlı Yol''. Bu yoldan yürürken önümüze bakmalıyız, bu durum atamıza olan saygımızı temsil ediyor hatta bu yol özel olarak sıralı ve aralarında boşluk olan taşlardan yapılmıştır. Eğer önümüze bakmazsak ayağımız takılır ve düşebiliriz. Ama bu durum bilerek yapılmıştır. İnsanlar önüne bakarak atamıza olan saygılarını göstersin diye özel olarak tasarlanmıştır.

Sonunda Anıtkabire geldiler. Ali, Zehra ve diğer çocuklar, sınıf öğretmeni, rehber öğretmeni ve aileler ile birlikte Anıtkabir’i gezerek Ata’mıza olan ziyaretlerini tamamladılar. Ankara'da Anıtkabir dahil birçok yeri ziyaret etmişlerdi, bunlardan birkaçı 1. ve 2. Meclis, Ankara Halk Kütüphanesi, MTA Müzesi gibi yerlerdi. Bu gezi onlar için çok eğlenceli ve faydalı olmuştu. Hem Ata’mıza olan özlemlerini bir nebze olsa giderdiler hem de ceplerinde birçok bilgi ve anı ile geri döndüler. Otobüste giderken ve geri dönerken çok eğlenen çocuklar birbirlerine dikkatlerini çeken yerleri ve Atatürk'e ait eşyaların güzelliğini anlatmayı da ihmal etmediler.

Ali eve gelip Anıtkabir’de gördüğü ve rehberin anlattığı bilgileri unutmamak için notlar aldı. Daha sonra yatıp uyudu çünkü ertesi gün okulu vardı. Ali ertesi sabah okula gittiğinde birçok arkadaşının midesinin bulandığını ve halsiz olduklarını gördü. Belli ki bu yolculuk onları etkilemişti, hemen gidip öğretmenine haber verdi, bu durumu duyan öğretmeni yakın arkadaşı olan Dr. Alper Bey’i aradı ve okula gelmesini rica etti. Alper Bey okula gelip çocukları muayene etti ve onlara,

-Çocuklar, korkulacak bir şeyiniz yok, biraz yorgun düşmüşsünüz, bu tarz uzun yolculuklardan sonra güzelce dinlenmeniz gerekiyor ve erken yatıp erken kalmayı ihmal etmeyip bol meyve ve su tüketmeyi unutmayın, diyerek onlara uyarılarda bulundu.

Ömer Talha GÜNEŞ

İsmetpaşa Ortaokulu

5. Sınıf Öğrencisi


17 Aralık 2024 Salı

ZAMAN MAKİNESİ


"Buldum!" diye bağırdı Zeki Bey. Bu sesi duyan çırağı Mehmet yanına geliverdi. Profesörün saçları darmadağın olmuş, kahverengi gözleri seviçten parlıyordu. "Ne oldu?" diye sordu. Meraklı yeşil gözleri bakıyordu profesöre. 

"Buldum Mehmet, zaman makinesini buldum!" dedi heyecanla profesör. İcadını gösterdi ona. Mehmet cihazı inceledi sağına soluna baktı, yüzünü ekşitti. En sonunda "Bu ne biçim zaman makinesi? Filmlerdekinde bir sürü tuş var, bunda ise bir iki tane!" diyerek hüsranını belirtti. Yaz tatilini profesör amcasının yanında geçirince daha çok eğleneceğini düşünmüştü. Amcasına ne zaman deneyeceğini sordu. Cevabın ne olacağını zaten çok iyi biliyordu. Alışmıştı artık ama yine de sormak istemişti. "Şimdi" cevabını alınca hiç şaşırmadı. "İyi o zaman, ben dururum laboratuvarda" dedi."Hayır sen gideceksin" dedi profesör. Mehmet bunu beklemiyordu ama zaten profesör alt tarafı beş dakika geriye gönderirdi sonra da geri gelirdi "Tamam." dedi Mehmet. Profesör cevap olarak "Harika! Sen şu kabine gir ben de seni iki dakika geriye göndereyim." dedi. 

Cihazdan ses geldi "Otuz saniye sonra ışınlanıyor." Amcası ise "Ben yemeğe gidiyorum, bir şey olursa telefondan ararsın." dedi. Çıkar çıkmaz Mehmet kabinde oturup bekledi. O sırada yaramaz kedileri Tüp içeri girdi ve tuşlarla oynamaya başladı. Sonra cihazdan "Kapak kapanıyor." diye bir ses geldi. Mehmet bunun sürecin bir parçası olduğunu sandı. O sırada başka bir ses "Gönderilecek tarih 1923 olarak değiştirildi." dedi. Mehmet de bir anda "Ne? hayır, dur!" dedi. Çok geçti, bir anda ışınlandı. 

Sarı saçları sanki elektrik çarpmış gibi dimdik olmuştu. Geldiği yerde silah sesleri ve bombardıman sesleri yankılanıyordu. Bir anda ona doğru bir el bombası geldiğini gördü eli ayağına dolandı. Ne yapacağımı bilmiyordu. Hiç bomba görmemişti ki... Bu onun sonu gibiydi ki tam o sırada bir el onu kuvvetlice kenara çekti. Korkudan dili tutulmuştu. Onu tutan bir askerdi. Gelmesini işaret etti ve cepheye gittiler. Asker "Adın ne?" diye sordu. Mehmet cevap veremedi çünkü korkudan konuşamıyordu. Asker onun korktuğunu anladı ve ona bir tabak hoşaf verdi. Sonunda dili çözüldü. Ona kekeleyerek "Adım Mehmet, buradan nasıl gidebilirim, yanlışlıkla geldim." dedi. O da "Zaten bazı askerler trenle gidecek, sen de gidersin." dedi. Beş dakika sonra asker ona gitmesi gerektiğini söyledi. O da trene bindi ve ilerlemeye başladılar, bir anda bir ses duydu. Sonra bu sesin cebinden geldiğini anladı. 

Elini cebine soktu ve eline gelen ilk şeyi çıkardı. Bu bir keseydi ses içinden geliyordu açınca amcasının sesini duydu. "Mehmet beni duyuyor musun?" O da cevap verdi "Duyuyorum amca." Amcası bu sefer "Mehmet, sen yanlış zamanda gitmişsin. O yüzden seni aradım. Bu bir iletişim cihazı. Buradan çıkmanın tek yolu Atatürk'e selam vermek. Şu anda bağlantı zayıflıyor. Unutma, Atatürk'e selam ver!"  O anda ses gitti. Biraz bekledikten sonra tren durdu. Oda indi. Küçük bir köye gelmişlerdi. Trenden yaşlı askerleri indiriyorlardı. O anda bir bina dikkatini çekti. Bu oldukça büyüktü. Oraya gitti. Tamamlanması az kalmış gibi duruyordu ama oradaki inşaattın durmuş olduğunu fark etti. Mehmet inşaatcıya ne olduğunu sordu. İnşaatçıda kiremit yetmediğini o yüzden inşaatı durdurduğunu söyledi. O sırada elinde bir el arabası kiremit olan bir adam inşaatın yanına gelip "Kiremit ihtiyacınız olduğunu duyduk bütün köyün çatılarından topladık ."dedi. İnşaatçı ise "Bunlar çok fazla, alamayız." dedi. Ardından adam "Olsun, vatan sağ olsun!" dedi. Mehmet bu sözü anlam veremedi. O anda dikkatini başka bir şey daha çekti.Okullardan sıralar getiriyorlardı. En sonunda merak etti ve inşaatçıya buranın neresi olduğunu sordu. İnşaatçı da buranın meclis binası olduğunu söyledi. Mehmet şimdi anlamıştı bunu bir kitapta da okumuştu. Mehmet düşüncelere dalmışken güneşin battığını fark etti. Nerede yatacaktı? Yanında duran adama "Şey yolumu kaybettim, birkaç gün sizinle kalabilir miyim?" diye sordu. Adam "Tabii kalabilirsin yarın da evini buluruz." dedi. Mehmet ise "Ben yolumu bulabilirim, sadece konaklasam yeter." dedi. Yürümeye başladılar. Adamın evine geldiler. Çok hoş karşılandı. Yemeğini orada yedi ve orda uyudu. Bir kaç gün öyle geçti. Ama bir gün meclisin açıldığını duydu. Koşarak gitti. Aynı zamanda milli marş yarışması düzenlenmişti. Sonuçlar orada açıklanacaktı önce bir tören yapıldı Atatürk’ü gördü ama kalabalıktan geçemedi, o yüzden selam veremedi. Atatürk içeri girince kalabalık hâlâ meclisin önündeydi Mehmet içeri girmeliydi ve Atatürk’e selam vermeliydi. Bu onun için çok önemliydi. Kim bilir annesine ve babası ne kadar merak etmişti. 

Gizlice içeri girdi o sırada içeride sona kalmış üç marş sıra sıra okunuyordu.Mehmet bunların üçünün de bitmesini bekledi çünkü Atatürk’e kürsüdeyken selam veremezdi. Ve istiklal marşı seçildi. Atatürk paranın Mehmet Akif Ersoy'a verileceğini söyledi. Mehmet Akif Ersoy da oradaydı. İtiraz etti ve bu paraların askerlere yardım için kullanılmasının gerektiğini söyledi. Mehmet vatanın önemini bir kez daha anlamış oldu. O sırada Atatürk’ün kürsüden inip çıkışa doğru gittiğini gördü. Onun yanına koştu ve ona selam verdi Atatürk de ona selam verdi ve yürümeye devam etti. O anda ışınlandı. Profesörü görünce çok sevindi ve sarıldı ona. Ne kadar bir süre kaldığını sordu. Profesör sadece beş dakika olduğunu söyleyince şaşırdı o da başından geçenleri anlattı. Ardından vatanın Türkler için ne kadar önemli olduğunu anladı.


Muhammed Emir BAŞAK

İsmetpaşa Ortaokulu 

5. Sınıf Öğrencisi

13 Aralık 2024 Cuma

NENE HATUN ZİYARETİ

 

Emre kısa boylu, kıvırcık saçlı, dalgın, uykucu ve biraz tembeldi. Mavi gözlü, keman kaşlıydı ve televizyon izlemeyi çok severdi. Emre’nin öğretmeni ise Murat Bey’di. Murat öğretmen disiplinli, sevecen ve çocuklara kendini sevdiren birisiydi.

Bir sonbahar günü her zamanki gibi Emre yine o sıcacık yatağından kalkıp okula gitmek zorundaydı, kalktığı gibi elini yüzünü yıkadı ve annesine “Günaydın.” dedi. Annesi “Ooo, kalkmışsın bakıyorum da hadi, kahvaltı hazır.” dedi. Emre sofraya oturup bir güzel yemeğini yedi, daha gitmesine çok vardı, bu yüzden televizyona bakmaya başladı, en sevdiği çizgi film olan Rafadan Tayfa’yı açtı. Rafadan Tayfa çizgi filmini kim sevmezdi ki?

Emre uzun bir süre çizgi film izledi, o kadar dalmıştı ki saatin kaç olduğunu fark etmedi bile. Annesinin sesi ile irkildi. Annesi “Emre, geç kaldın oğlum. Hadi koş, derse yetişmen lazım.” dedi. Emre koşarak çantasını aldı ve dışarı çıktı. Koşar adımlarla okula vardı. Gerçekten geç kalmıştı, birinci ders başlamıştı bile. Koşarak sınıfına doğru yol aldı. Kapıyı çalıp içeri girdi, derse geç kaldığı için tutanak yiyeceğini sanıyordu çünkü bu üçüncü defa derse geç kalışıydı. Öğretmeni, “Girebilirsin.” dediği gibi Emre kapıyı açtı ve derse saatinde gelemediği için özür diledi ama düşündüğü gibi olmamıştı. Öğretmeni “Buyur Emre, gir içeri.” dedi. Emre tutanak yemediği için çok sevindi ve yerine geçti. Dersleri sosyal bilgilerdi. Sosyal bilgiler dersini Emre çok severdi.

Teneffüs zili çaldığı gibi herkes dışarıya fırladı. Emre de koşarak onlara katıldı. Devamında altı ders sonra nihayet son derse girilmişti. Son dersleri Türkçe idi. Emre Türkçe dersini de çok severdi. Murat öğretmen öğrencilerine “Çocuklar, bana yarına güzel bir hikâye yazın, konumuz vatanseverlik.” dedi. Emre bunu not defterine not aldı.

Çıkış zili çaldı. Emre öğlenci olduğu için hava karanlıktı ama neyse ki evleri yakındı. Melek ile evleri yan yana idi, bu yüzden eve giderken ona eşlik ederdi. Yürümek çok eğlenceliydi, hele yanında bir arkadaşı varsa Emre havalara uçardı çünkü yürürken arkadaşı ile konuşur, muhabbet ederlerdi. Melek ile yürümeye başladılar…Emre eve geldiğinde Melek ile vedalaştı. Annesi yemek hazırlamıştı. Emre de elini ve yüzünü yıkadıktan sonra sofraya oturdu. Yemeğini bitiren Emre ödevini yapmaya odasına geçti. Not defterine baktığında ‘vatanseverlik’ ile ilgili hikâye yazacağı aklına geldi. Emre vatanseverliğin ne demek olduğunu bilmiyordu, uykusu vardı ve hikâye yazacak hali yoktu. İçinden “Ne olacak ki? Vatanseverliğin ne demek olduğunu bilmiyorum zaten, yatıp uyusam daha iyi.” dedi. Emre yatağına yattı ve hemen uykuya daldı.

Sabah saat 13.30’da uyanmıştı Emre. Kalktığı gibi üstünü giyindi çünkü dersleri 13.00’te başlıyordu ve yine geç kalmıştı. Çantasını hazırladı ve dışarı çıktı. Yemek yememişti ama o buna aldırış etmedi. Okula doğru koşmaya başladı. Sınıfının önüne geldiğinde kapıyı çaldı ve öğretmeni “Girin.” dedi. Emre yine geç kaldığı için özür diledi ve yerine geçti. Teneffüslerde herkes yazdıkları hikayeler hakkında konuşuyordu. Son ders Türkçe dersiydi. Öğretmeni herkese tek tek yazıkları hikayeleri anlattırdı. Sıra Emre’ye gelince öğretmeni “Evet Emre, seni dinliyoruz.” dedi ve o esnada çıkış zili çaldı. Emre bir oh çekti ama Murat öğretmen onu yanına çağırdı.

- Emreciğim ödevini yapmış mıydın, dedi. Emre biraz bekledikten sonra,

- Öğretmenim, ben vatanseverliğin ne demek olduğunu bilmediğim için yapmadım, diye yanıtladı.

- Murat öğretmen Emre’nin annesini aradı; Emre, ödevini yapmadığını annesine söyleyeceğini sanmıştı. Emre’nin elini tuttu,

- Gel bakalım Emre, seni bir yere götüreyim, dedi. Emre çok şaşırmıştı ne yapacağını bilemedi.

Tamam öğretmenim, diyebilmişti sadece… Beraber Murat öğretmenin arabasına binip yola çıktılar. Geldikleri yer Nene Hatun Türbesi idi.

- Emre, bu kadının kim olduğunu biliyor musun, diye sordu öğretmeni.

- Bilmez olur muyum öğretmenim? Nene Hatun.

- Peki, Nene Hatun’un hikayesini bilir misin?

- Bilmiyorum öğretmenim.

-Dinle o zaman Emreciğim, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na yirmi iki yaşında gencecik bir anne olmasına rağmen “Bu bebeği bana Allah verdi, ona Allah bakar.” diyerek onu beşikte bırakıp Erzurum halkıyla cepheye koşmuş bir Türk askeridir. Peki Emre, sence Nene Hatun bunu neden yaptı?

- Bilmem, neden yapmış olabilir ki öğretmenim?

- Vatan ve millet uğruna Emre, işte vatanseverlik bu anlama gelir. Vatan ve millet uğruna savaşmak, gerekirse ölmektir, dedi.

O zaman anlamıştı Emre neden öğretmeninin kendisini buraya getirdiğini.

- Öğretmenim, ben hatamı telafi edebilir miyim? Hem artık vatanseverliğin ne demek olduğunu şimdi anladım, lütfen bana bir şans daha verin.

- Tamam Emreciğim sana bir şans daha veriyorum, dedi öğretmeni ve onu arabasıyla evine bıraktı.

Emre evine gidince ödevini yaptı, ertesi gün ödevini öğretmenine gösterdi ve tüm arkadaşları Emre’nin yazdığı hikâyeyi çok beğendi. Artık Emre hem vatanseverliğin ne demek olduğunu biliyordu hem de çok güzel bir hikâye yazmıştı.

        

Zeynep Erva AYDIN

                                             İsmetpaşa Ortaokulu

5. Sınıf Öğrencisi


11 Aralık 2024 Çarşamba

VATAN SEVDASI


           Sevda genç, ahlaklı ve vatansever bir insandı. Onun için önce Allah, sonra vatandı. İki yaşında Oğuz adlı küçük bir oğlu vardı. Kara saçları örttüğü kısa eşarbının altından hep sallanırdı. Kitap okumayı severdi. Vakti oldukça da oğluna okumaktan çekinmezdi. O gün çarşıya gitmişti. Çünkü oğlu Oğuz’a mama alması gerekiyordu. Çok varlıklı bir aile değillerdi. Eşini bir yıl önce kaybettiği için terzilik mesleğiyle ekmek parasını kazanıyordu. Dükkânı küçük bir yerdi. Bahçesindeki sardunyaların sulanmasını katiyen aksatmazdı. Mamayı alıp sırada beklerken kapının önündeki iki kişinin konuşmalarına kulak misafiri oldu.

             — Ne zaman yapacağız?

             — Dedim ya! Bugün merkezde olacak.

             — Nereye koyacağız ki?

        — Öff! Bir kutunun altına koyarız. Hallederiz.

                 — Bence bir…

                 — Sessiz ol!

Sevda bir şeyler döndüğünü hissetti. Ama ön yargılı davranmak istemiyordu. Dinlemeye devam etti.

 — Bombayı koyacağız, patladıktan sonra İstanbul’a gideceğiz. İlgi burada kalacak. Kimse anlamayacak. İşte sonra suikast, ele geçirme, bitiriş. Merak etme kolay olacak. Şimdi hallettiysek gidelim.

Sevda bu sözleri duyduktan sonra alışverişi unuttu. Bugün şehrin merkezinde bir bomba patlayacaktı. Adamlar yürümeye başladığında Sevda hemen arkalarına takıldı. Hemen yetkililere haber vermeliydi ama adamların peşini bırakamazdı. Adamlar çarşıdan çıkıp şehrin merkezine yürüyorlardı. Evinin yanından hızla geçti. Mavi küçük ev, aynı bir şirinin evi gibiydi. Yolda Oğuz ile birlikte çöp atan ablası Nesibe’yi fark etti. Onlara haber vermek istedi ama adamlar bir anda sağa döndükleri için bu fikirden vazgeçti. Şehirdeki kullanılmayan eski ambarın içine girmişlerdi. Sevda yavaşça içeriye baktı. Koltukta bir kişi oturuyordu.

                     — Hallettiniz mi işi?

                     — Evet efendim!

          — İyi. Patladıktan sonra kamyona bineceğiz. Anlaşıldı mı?

 İkisi birden “Evet efendim!” diye bağırdı. Sevda olanları dikkatle dinliyordu. Yine aynı sözleri duyunca hızlıca eve döndü. Ablası Nesibe’ye olanları anlattı. Ancak çok endişeliydi. Nesibe ise çok soğukkanlı bir insandı. Sevda’nın aksine sarışın, yeşil gözlüydü. Sabırla onu dinledi. Ama Sevda çok telaşlı bir şekilde anlattığı için arada bir onu sakinleştirmesi gerekiyordu. Birlikte bir plan yaptılar. Önce ambarın adını öğrenmeleri gerekiyordu. Sonra polise gidip olanları anlatacaklardı. Hava o gün karlı olduğu için işleri hiç de kolay olmayacaktı.

Minik Oğuz da annesi gibi çok heyecanlıydı. Birlikte ambara doğru yol aldılar. İçeriden Sevda’nın daha önce gördüğü biri çıktı. İçeridekine sessizce “Koydum.” demesiyle Sevda’nın Oğuz’u Nesibe’ye emanet edip merkeze doğru koşması bir oldu. Ablasına,

— Haber sal, çabuk, diye bağırdı.

Sevda merkeze vardığında adamların dediği gibi bir kutu ve içinde bir bomba vardı. Saatli bomba bir dakikaya ayarlanmıştı. Kablolarını koparamayınca ona bağlı bir makine gördü. Hızlıca onu ittirmeye koyuldu. Makine yavaşça hareket ediyordu fakat sadece yirmi saniye kalmıştı. Sevda tam bombayı koparmıştı ki ortaya silahlı biri çıktı. Sevda içinden kelime-i şehadet getirip “Hoş geldin şehadet!” diye haykırdı.

Merkezden silah sesleri duyuldu. Ablası Nesibe bir an durakladı. Gözyaşlarıyla geri döndü. Tüm Tekirdağ “Sevda!” sesleriyle çınladı. Sevda yerde sırtüstü yatıyordu. Karnından vurulmuştu ve ne yazık ki onu kurtaramamışlardı. Oğuz hem yetim hem öksüz kalmıştı. Ama Sevda’nın yüzünde bir gülümseme vardı. Görevini yerine getirmişti...

Bilge Nur KESKİN

İsmetpaşa Ortaokulu

5. Sınıf Öğrencisi


BİRLİK VE BERABERLİK

Ayşe ve ailesi İstanbul'da yaşıyorlardı. Annesi ve babası çalışıyordu. Okullar tatil olunca köye ninesinin ve dedesinin yanına kalmaya gidecekti. Bunun için çok heyecanlı ve bir o kadar da mutluydu. Köyü ve oradaki insanları çok seviyordu.

Karne günü geldi ve Ayşe köye gitti.3 ay köyde kalacaktı. Ayşe sekiz yaşında, kumral, kahverengi gözlü, akıllı, terbiyeli ve sevecen bir çocuktu. Ayşe’nin köyde bir sürü arkadaşı vardı. Emine yan komşunun kızlarından biriydi. Fatma karşı komşunun kızı, Ali de muhtarın oğluydu. Ayşe şehirde bulamadığı birlik ve beraberliği, komşuluğu, arkadaşlığı, yardımlaşmayı burada yaşıyordu. Burada doğal yaşam, organik besin, temiz hava ona iyi geliyordu. Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra arkadaşlarıyla buluşur akşama kadar oynarlardı. O gün Fatmaların bahçesinde kadınlar ateş yakmış hamur yoğurmuşlar ekmek yapıyorlardı. 

Köyün kadınları birlik ve beraberlik içinde hem eğlenip hem de ekmeklerini yapıyorlardı. Fatma’nın annesi çok becerikli, çok lezzetli yemekler yapardı. O gün çocuklara çeşitli börekler yaptı. Ayşe ve Emine peynirli börek, Fatma patatesli börek, Ali ise ıspanaklı börek seviyordu. Yanında ayran ile çok güzel karınlarını doyurdular. Köyün erkekleri bahçelerine sulama sistemi yapmak için toplandılar. Bu köyde çok güzel yardımlaşma birlik ve beraberlik vardı. Herkes birbirine yardım eder, eksiğini tamamlardı. Ömer dede çok yaşlı ve yalnız yaşayan biriydi. Muhtar köyde yaşayanları liste yapıp kimin neye ihtiyacı varsa not almıştı. 

Ali on yaşında, akıllı, zeki ve babasına yardımcı olan bir çocuktu. Ali’nin bir de köpeği vardı adı Yumak’tı çok tatlı siyah beyaz renkli bir köpekti. Ömer dedeyi çocuklar her gün ziyaret eder ona yemek götürürlerdi. O da çocukları sever onlara masallar anlatırdı. O gün Ömer dedeye yemek götüren çocuklar Ömer dedenin kapısını çaldılar, fakat açan olmadı Emine ağlamaya başladı. Ömer dedeye bir şey oldu diye korktular. 

Emine en küçükleri ve çok duygusal bir kızdı. Ali hemen babasını çağırdı. Babası kapıyı açtığında Ömer dede yere düşmüş baygın yatıyordu. Ali’nin babası hastaneye götürdü. Ömer dedenin tansiyonu çıktığı için fenalaşmış ve bayılmıştı. Ömer dede birkaç gün hastanede kaldıktan sonra evine döndü. Çocuklar Ömer dedeyi ziyarete gittiler, giderken de ona meyve ve yemekte götürdüler. 

Ömer dede onları görünce çok mutlu oldu. Ayşe’nin günleri burada çok hızlı geçiyordu. Dedesi ve ninesi ile tarlaya gider akşama kadar bütün köylü tarlalarında çalışırlardı. Çocuklarda oyunlar oynardı. Bu köy yardımlaşmayı, dayanışmayı, birbirlerine sahip çıkmayı seven bir köydü. Birlikten her zaman kuvvet doğduğunu biliyorlardı. Köyün adı da Güzelköy’dü.

Ayşe İstanbul’a gidince köyünü ve insanlarını çok özlüyordu. Ailesine anlatacak bir sürü anıları olmuştu ve tatil bitmişti babası ve annesi Ayşe’yi alıp evlerine döndüler. 

Elif Mina BOSTANCI 

 İsmetpaşa Ortaokulu 

 5/A Sınıfı Öğrencisi