13 Aralık 2024 Cuma

NENE HATUN ZİYARETİ

 

Emre kısa boylu, kıvırcık saçlı, dalgın, uykucu ve biraz tembeldi. Mavi gözlü, keman kaşlıydı ve televizyon izlemeyi çok severdi. Emre’nin öğretmeni ise Murat Bey’di. Murat öğretmen disiplinli, sevecen ve çocuklara kendini sevdiren birisiydi.

Bir sonbahar günü her zamanki gibi Emre yine o sıcacık yatağından kalkıp okula gitmek zorundaydı, kalktığı gibi elini yüzünü yıkadı ve annesine “Günaydın.” dedi. Annesi “Ooo, kalkmışsın bakıyorum da hadi, kahvaltı hazır.” dedi. Emre sofraya oturup bir güzel yemeğini yedi, daha gitmesine çok vardı, bu yüzden televizyona bakmaya başladı, en sevdiği çizgi film olan Rafadan Tayfa’yı açtı. Rafadan Tayfa çizgi filmini kim sevmezdi ki?

Emre uzun bir süre çizgi film izledi, o kadar dalmıştı ki saatin kaç olduğunu fark etmedi bile. Annesinin sesi ile irkildi. Annesi “Emre, geç kaldın oğlum. Hadi koş, derse yetişmen lazım.” dedi. Emre koşarak çantasını aldı ve dışarı çıktı. Koşar adımlarla okula vardı. Gerçekten geç kalmıştı, birinci ders başlamıştı bile. Koşarak sınıfına doğru yol aldı. Kapıyı çalıp içeri girdi, derse geç kaldığı için tutanak yiyeceğini sanıyordu çünkü bu üçüncü defa derse geç kalışıydı. Öğretmeni, “Girebilirsin.” dediği gibi Emre kapıyı açtı ve derse saatinde gelemediği için özür diledi ama düşündüğü gibi olmamıştı. Öğretmeni “Buyur Emre, gir içeri.” dedi. Emre tutanak yemediği için çok sevindi ve yerine geçti. Dersleri sosyal bilgilerdi. Sosyal bilgiler dersini Emre çok severdi.

Teneffüs zili çaldığı gibi herkes dışarıya fırladı. Emre de koşarak onlara katıldı. Devamında altı ders sonra nihayet son derse girilmişti. Son dersleri Türkçe idi. Emre Türkçe dersini de çok severdi. Murat öğretmen öğrencilerine “Çocuklar, bana yarına güzel bir hikâye yazın, konumuz vatanseverlik.” dedi. Emre bunu not defterine not aldı.

Çıkış zili çaldı. Emre öğlenci olduğu için hava karanlıktı ama neyse ki evleri yakındı. Melek ile evleri yan yana idi, bu yüzden eve giderken ona eşlik ederdi. Yürümek çok eğlenceliydi, hele yanında bir arkadaşı varsa Emre havalara uçardı çünkü yürürken arkadaşı ile konuşur, muhabbet ederlerdi. Melek ile yürümeye başladılar…Emre eve geldiğinde Melek ile vedalaştı. Annesi yemek hazırlamıştı. Emre de elini ve yüzünü yıkadıktan sonra sofraya oturdu. Yemeğini bitiren Emre ödevini yapmaya odasına geçti. Not defterine baktığında ‘vatanseverlik’ ile ilgili hikâye yazacağı aklına geldi. Emre vatanseverliğin ne demek olduğunu bilmiyordu, uykusu vardı ve hikâye yazacak hali yoktu. İçinden “Ne olacak ki? Vatanseverliğin ne demek olduğunu bilmiyorum zaten, yatıp uyusam daha iyi.” dedi. Emre yatağına yattı ve hemen uykuya daldı.

Sabah saat 13.30’da uyanmıştı Emre. Kalktığı gibi üstünü giyindi çünkü dersleri 13.00’te başlıyordu ve yine geç kalmıştı. Çantasını hazırladı ve dışarı çıktı. Yemek yememişti ama o buna aldırış etmedi. Okula doğru koşmaya başladı. Sınıfının önüne geldiğinde kapıyı çaldı ve öğretmeni “Girin.” dedi. Emre yine geç kaldığı için özür diledi ve yerine geçti. Teneffüslerde herkes yazdıkları hikayeler hakkında konuşuyordu. Son ders Türkçe dersiydi. Öğretmeni herkese tek tek yazıkları hikayeleri anlattırdı. Sıra Emre’ye gelince öğretmeni “Evet Emre, seni dinliyoruz.” dedi ve o esnada çıkış zili çaldı. Emre bir oh çekti ama Murat öğretmen onu yanına çağırdı.

- Emreciğim ödevini yapmış mıydın, dedi. Emre biraz bekledikten sonra,

- Öğretmenim, ben vatanseverliğin ne demek olduğunu bilmediğim için yapmadım, diye yanıtladı.

- Murat öğretmen Emre’nin annesini aradı; Emre, ödevini yapmadığını annesine söyleyeceğini sanmıştı. Emre’nin elini tuttu,

- Gel bakalım Emre, seni bir yere götüreyim, dedi. Emre çok şaşırmıştı ne yapacağını bilemedi.

Tamam öğretmenim, diyebilmişti sadece… Beraber Murat öğretmenin arabasına binip yola çıktılar. Geldikleri yer Nene Hatun Türbesi idi.

- Emre, bu kadının kim olduğunu biliyor musun, diye sordu öğretmeni.

- Bilmez olur muyum öğretmenim? Nene Hatun.

- Peki, Nene Hatun’un hikayesini bilir misin?

- Bilmiyorum öğretmenim.

-Dinle o zaman Emreciğim, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na yirmi iki yaşında gencecik bir anne olmasına rağmen “Bu bebeği bana Allah verdi, ona Allah bakar.” diyerek onu beşikte bırakıp Erzurum halkıyla cepheye koşmuş bir Türk askeridir. Peki Emre, sence Nene Hatun bunu neden yaptı?

- Bilmem, neden yapmış olabilir ki öğretmenim?

- Vatan ve millet uğruna Emre, işte vatanseverlik bu anlama gelir. Vatan ve millet uğruna savaşmak, gerekirse ölmektir, dedi.

O zaman anlamıştı Emre neden öğretmeninin kendisini buraya getirdiğini.

- Öğretmenim, ben hatamı telafi edebilir miyim? Hem artık vatanseverliğin ne demek olduğunu şimdi anladım, lütfen bana bir şans daha verin.

- Tamam Emreciğim sana bir şans daha veriyorum, dedi öğretmeni ve onu arabasıyla evine bıraktı.

Emre evine gidince ödevini yaptı, ertesi gün ödevini öğretmenine gösterdi ve tüm arkadaşları Emre’nin yazdığı hikâyeyi çok beğendi. Artık Emre hem vatanseverliğin ne demek olduğunu biliyordu hem de çok güzel bir hikâye yazmıştı.

        

Zeynep Erva AYDIN

                                             İsmetpaşa Ortaokulu

5. Sınıf Öğrencisi


11 Aralık 2024 Çarşamba

VATAN SEVDASI


           Sevda genç, ahlaklı ve vatansever bir insandı. Onun için önce Allah, sonra vatandı. İki yaşında Oğuz adlı küçük bir oğlu vardı. Kara saçları örttüğü kısa eşarbının altından hep sallanırdı. Kitap okumayı severdi. Vakti oldukça da oğluna okumaktan çekinmezdi. O gün çarşıya gitmişti. Çünkü oğlu Oğuz’a mama alması gerekiyordu. Çok varlıklı bir aile değillerdi. Eşini bir yıl önce kaybettiği için terzilik mesleğiyle ekmek parasını kazanıyordu. Dükkânı küçük bir yerdi. Bahçesindeki sardunyaların sulanmasını katiyen aksatmazdı. Mamayı alıp sırada beklerken kapının önündeki iki kişinin konuşmalarına kulak misafiri oldu.

             — Ne zaman yapacağız?

             — Dedim ya! Bugün merkezde olacak.

             — Nereye koyacağız ki?

        — Öff! Bir kutunun altına koyarız. Hallederiz.

                 — Bence bir…

                 — Sessiz ol!

Sevda bir şeyler döndüğünü hissetti. Ama ön yargılı davranmak istemiyordu. Dinlemeye devam etti.

 — Bombayı koyacağız, patladıktan sonra İstanbul’a gideceğiz. İlgi burada kalacak. Kimse anlamayacak. İşte sonra suikast, ele geçirme, bitiriş. Merak etme kolay olacak. Şimdi hallettiysek gidelim.

Sevda bu sözleri duyduktan sonra alışverişi unuttu. Bugün şehrin merkezinde bir bomba patlayacaktı. Adamlar yürümeye başladığında Sevda hemen arkalarına takıldı. Hemen yetkililere haber vermeliydi ama adamların peşini bırakamazdı. Adamlar çarşıdan çıkıp şehrin merkezine yürüyorlardı. Evinin yanından hızla geçti. Mavi küçük ev, aynı bir şirinin evi gibiydi. Yolda Oğuz ile birlikte çöp atan ablası Nesibe’yi fark etti. Onlara haber vermek istedi ama adamlar bir anda sağa döndükleri için bu fikirden vazgeçti. Şehirdeki kullanılmayan eski ambarın içine girmişlerdi. Sevda yavaşça içeriye baktı. Koltukta bir kişi oturuyordu.

                     — Hallettiniz mi işi?

                     — Evet efendim!

          — İyi. Patladıktan sonra kamyona bineceğiz. Anlaşıldı mı?

 İkisi birden “Evet efendim!” diye bağırdı. Sevda olanları dikkatle dinliyordu. Yine aynı sözleri duyunca hızlıca eve döndü. Ablası Nesibe’ye olanları anlattı. Ancak çok endişeliydi. Nesibe ise çok soğukkanlı bir insandı. Sevda’nın aksine sarışın, yeşil gözlüydü. Sabırla onu dinledi. Ama Sevda çok telaşlı bir şekilde anlattığı için arada bir onu sakinleştirmesi gerekiyordu. Birlikte bir plan yaptılar. Önce ambarın adını öğrenmeleri gerekiyordu. Sonra polise gidip olanları anlatacaklardı. Hava o gün karlı olduğu için işleri hiç de kolay olmayacaktı.

Minik Oğuz da annesi gibi çok heyecanlıydı. Birlikte ambara doğru yol aldılar. İçeriden Sevda’nın daha önce gördüğü biri çıktı. İçeridekine sessizce “Koydum.” demesiyle Sevda’nın Oğuz’u Nesibe’ye emanet edip merkeze doğru koşması bir oldu. Ablasına,

— Haber sal, çabuk, diye bağırdı.

Sevda merkeze vardığında adamların dediği gibi bir kutu ve içinde bir bomba vardı. Saatli bomba bir dakikaya ayarlanmıştı. Kablolarını koparamayınca ona bağlı bir makine gördü. Hızlıca onu ittirmeye koyuldu. Makine yavaşça hareket ediyordu fakat sadece yirmi saniye kalmıştı. Sevda tam bombayı koparmıştı ki ortaya silahlı biri çıktı. Sevda içinden kelime-i şehadet getirip “Hoş geldin şehadet!” diye haykırdı.

Merkezden silah sesleri duyuldu. Ablası Nesibe bir an durakladı. Gözyaşlarıyla geri döndü. Tüm Tekirdağ “Sevda!” sesleriyle çınladı. Sevda yerde sırtüstü yatıyordu. Karnından vurulmuştu ve ne yazık ki onu kurtaramamışlardı. Oğuz hem yetim hem öksüz kalmıştı. Ama Sevda’nın yüzünde bir gülümseme vardı. Görevini yerine getirmişti...

Bilge Nur KESKİN

İsmetpaşa Ortaokulu

5. Sınıf Öğrencisi


BİRLİK VE BERABERLİK

Ayşe ve ailesi İstanbul'da yaşıyorlardı. Annesi ve babası çalışıyordu. Okullar tatil olunca köye ninesinin ve dedesinin yanına kalmaya gidecekti. Bunun için çok heyecanlı ve bir o kadar da mutluydu. Köyü ve oradaki insanları çok seviyordu.

Karne günü geldi ve Ayşe köye gitti.3 ay köyde kalacaktı. Ayşe sekiz yaşında, kumral, kahverengi gözlü, akıllı, terbiyeli ve sevecen bir çocuktu. Ayşe’nin köyde bir sürü arkadaşı vardı. Emine yan komşunun kızlarından biriydi. Fatma karşı komşunun kızı, Ali de muhtarın oğluydu. Ayşe şehirde bulamadığı birlik ve beraberliği, komşuluğu, arkadaşlığı, yardımlaşmayı burada yaşıyordu. Burada doğal yaşam, organik besin, temiz hava ona iyi geliyordu. Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra arkadaşlarıyla buluşur akşama kadar oynarlardı. O gün Fatmaların bahçesinde kadınlar ateş yakmış hamur yoğurmuşlar ekmek yapıyorlardı. 

Köyün kadınları birlik ve beraberlik içinde hem eğlenip hem de ekmeklerini yapıyorlardı. Fatma’nın annesi çok becerikli, çok lezzetli yemekler yapardı. O gün çocuklara çeşitli börekler yaptı. Ayşe ve Emine peynirli börek, Fatma patatesli börek, Ali ise ıspanaklı börek seviyordu. Yanında ayran ile çok güzel karınlarını doyurdular. Köyün erkekleri bahçelerine sulama sistemi yapmak için toplandılar. Bu köyde çok güzel yardımlaşma birlik ve beraberlik vardı. Herkes birbirine yardım eder, eksiğini tamamlardı. Ömer dede çok yaşlı ve yalnız yaşayan biriydi. Muhtar köyde yaşayanları liste yapıp kimin neye ihtiyacı varsa not almıştı. 

Ali on yaşında, akıllı, zeki ve babasına yardımcı olan bir çocuktu. Ali’nin bir de köpeği vardı adı Yumak’tı çok tatlı siyah beyaz renkli bir köpekti. Ömer dedeyi çocuklar her gün ziyaret eder ona yemek götürürlerdi. O da çocukları sever onlara masallar anlatırdı. O gün Ömer dedeye yemek götüren çocuklar Ömer dedenin kapısını çaldılar, fakat açan olmadı Emine ağlamaya başladı. Ömer dedeye bir şey oldu diye korktular. 

Emine en küçükleri ve çok duygusal bir kızdı. Ali hemen babasını çağırdı. Babası kapıyı açtığında Ömer dede yere düşmüş baygın yatıyordu. Ali’nin babası hastaneye götürdü. Ömer dedenin tansiyonu çıktığı için fenalaşmış ve bayılmıştı. Ömer dede birkaç gün hastanede kaldıktan sonra evine döndü. Çocuklar Ömer dedeyi ziyarete gittiler, giderken de ona meyve ve yemekte götürdüler. 

Ömer dede onları görünce çok mutlu oldu. Ayşe’nin günleri burada çok hızlı geçiyordu. Dedesi ve ninesi ile tarlaya gider akşama kadar bütün köylü tarlalarında çalışırlardı. Çocuklarda oyunlar oynardı. Bu köy yardımlaşmayı, dayanışmayı, birbirlerine sahip çıkmayı seven bir köydü. Birlikten her zaman kuvvet doğduğunu biliyorlardı. Köyün adı da Güzelköy’dü.

Ayşe İstanbul’a gidince köyünü ve insanlarını çok özlüyordu. Ailesine anlatacak bir sürü anıları olmuştu ve tatil bitmişti babası ve annesi Ayşe’yi alıp evlerine döndüler. 

Elif Mina BOSTANCI 

 İsmetpaşa Ortaokulu 

 5/A Sınıfı Öğrencisi