"Buldum!" diye bağırdı Zeki Bey. Bu sesi duyan çırağı Mehmet yanına geliverdi. Profesörün saçları darmadağın olmuş, kahverengi gözleri seviçten parlıyordu. "Ne oldu?" diye sordu. Meraklı yeşil gözleri bakıyordu profesöre.
"Buldum Mehmet, zaman makinesini buldum!" dedi heyecanla profesör. İcadını gösterdi ona. Mehmet cihazı inceledi sağına soluna baktı, yüzünü ekşitti. En sonunda "Bu ne biçim zaman makinesi? Filmlerdekinde bir sürü tuş var, bunda ise bir iki tane!" diyerek hüsranını belirtti. Yaz tatilini profesör amcasının yanında geçirince daha çok eğleneceğini düşünmüştü. Amcasına ne zaman deneyeceğini sordu. Cevabın ne olacağını zaten çok iyi biliyordu. Alışmıştı artık ama yine de sormak istemişti. "Şimdi" cevabını alınca hiç şaşırmadı. "İyi o zaman, ben dururum laboratuvarda" dedi."Hayır sen gideceksin" dedi profesör. Mehmet bunu beklemiyordu ama zaten profesör alt tarafı beş dakika geriye gönderirdi sonra da geri gelirdi "Tamam." dedi Mehmet. Profesör cevap olarak "Harika! Sen şu kabine gir ben de seni iki dakika geriye göndereyim." dedi.
Cihazdan ses geldi "Otuz saniye sonra ışınlanıyor." Amcası ise "Ben yemeğe gidiyorum, bir şey olursa telefondan ararsın." dedi. Çıkar çıkmaz Mehmet kabinde oturup bekledi. O sırada yaramaz kedileri Tüp içeri girdi ve tuşlarla oynamaya başladı. Sonra cihazdan "Kapak kapanıyor." diye bir ses geldi. Mehmet bunun sürecin bir parçası olduğunu sandı. O sırada başka bir ses "Gönderilecek tarih 1923 olarak değiştirildi." dedi. Mehmet de bir anda "Ne? hayır, dur!" dedi. Çok geçti, bir anda ışınlandı.
Sarı saçları sanki elektrik çarpmış gibi dimdik olmuştu. Geldiği yerde silah sesleri ve bombardıman sesleri yankılanıyordu. Bir anda ona doğru bir el bombası geldiğini gördü eli ayağına dolandı. Ne yapacağımı bilmiyordu. Hiç bomba görmemişti ki... Bu onun sonu gibiydi ki tam o sırada bir el onu kuvvetlice kenara çekti. Korkudan dili tutulmuştu. Onu tutan bir askerdi. Gelmesini işaret etti ve cepheye gittiler. Asker "Adın ne?" diye sordu. Mehmet cevap veremedi çünkü korkudan konuşamıyordu. Asker onun korktuğunu anladı ve ona bir tabak hoşaf verdi. Sonunda dili çözüldü. Ona kekeleyerek "Adım Mehmet, buradan nasıl gidebilirim, yanlışlıkla geldim." dedi. O da "Zaten bazı askerler trenle gidecek, sen de gidersin." dedi. Beş dakika sonra asker ona gitmesi gerektiğini söyledi. O da trene bindi ve ilerlemeye başladılar, bir anda bir ses duydu. Sonra bu sesin cebinden geldiğini anladı.
Elini cebine soktu ve eline gelen ilk şeyi çıkardı. Bu bir keseydi ses içinden geliyordu açınca amcasının sesini duydu. "Mehmet beni duyuyor musun?" O da cevap verdi "Duyuyorum amca." Amcası bu sefer "Mehmet, sen yanlış zamanda gitmişsin. O yüzden seni aradım. Bu bir iletişim cihazı. Buradan çıkmanın tek yolu Atatürk'e selam vermek. Şu anda bağlantı zayıflıyor. Unutma, Atatürk'e selam ver!" O anda ses gitti. Biraz bekledikten sonra tren durdu. Oda indi. Küçük bir köye gelmişlerdi. Trenden yaşlı askerleri indiriyorlardı. O anda bir bina dikkatini çekti. Bu oldukça büyüktü. Oraya gitti. Tamamlanması az kalmış gibi duruyordu ama oradaki inşaattın durmuş olduğunu fark etti. Mehmet inşaatcıya ne olduğunu sordu. İnşaatçıda kiremit yetmediğini o yüzden inşaatı durdurduğunu söyledi. O sırada elinde bir el arabası kiremit olan bir adam inşaatın yanına gelip "Kiremit ihtiyacınız olduğunu duyduk bütün köyün çatılarından topladık ."dedi. İnşaatçı ise "Bunlar çok fazla, alamayız." dedi. Ardından adam "Olsun, vatan sağ olsun!" dedi. Mehmet bu sözü anlam veremedi. O anda dikkatini başka bir şey daha çekti.Okullardan sıralar getiriyorlardı. En sonunda merak etti ve inşaatçıya buranın neresi olduğunu sordu. İnşaatçı da buranın meclis binası olduğunu söyledi. Mehmet şimdi anlamıştı bunu bir kitapta da okumuştu. Mehmet düşüncelere dalmışken güneşin battığını fark etti. Nerede yatacaktı? Yanında duran adama "Şey yolumu kaybettim, birkaç gün sizinle kalabilir miyim?" diye sordu. Adam "Tabii kalabilirsin yarın da evini buluruz." dedi. Mehmet ise "Ben yolumu bulabilirim, sadece konaklasam yeter." dedi. Yürümeye başladılar. Adamın evine geldiler. Çok hoş karşılandı. Yemeğini orada yedi ve orda uyudu. Bir kaç gün öyle geçti. Ama bir gün meclisin açıldığını duydu. Koşarak gitti. Aynı zamanda milli marş yarışması düzenlenmişti. Sonuçlar orada açıklanacaktı önce bir tören yapıldı Atatürk’ü gördü ama kalabalıktan geçemedi, o yüzden selam veremedi. Atatürk içeri girince kalabalık hâlâ meclisin önündeydi Mehmet içeri girmeliydi ve Atatürk’e selam vermeliydi. Bu onun için çok önemliydi. Kim bilir annesine ve babası ne kadar merak etmişti.
Gizlice içeri girdi o sırada içeride sona kalmış üç marş sıra sıra okunuyordu.Mehmet bunların üçünün de bitmesini bekledi çünkü Atatürk’e kürsüdeyken selam veremezdi. Ve istiklal marşı seçildi. Atatürk paranın Mehmet Akif Ersoy'a verileceğini söyledi. Mehmet Akif Ersoy da oradaydı. İtiraz etti ve bu paraların askerlere yardım için kullanılmasının gerektiğini söyledi. Mehmet vatanın önemini bir kez daha anlamış oldu. O sırada Atatürk’ün kürsüden inip çıkışa doğru gittiğini gördü. Onun yanına koştu ve ona selam verdi Atatürk de ona selam verdi ve yürümeye devam etti. O anda ışınlandı. Profesörü görünce çok sevindi ve sarıldı ona. Ne kadar bir süre kaldığını sordu. Profesör sadece beş dakika olduğunu söyleyince şaşırdı o da başından geçenleri anlattı. Ardından vatanın Türkler için ne kadar önemli olduğunu anladı.
Muhammed Emir BAŞAK
İsmetpaşa Ortaokulu
5. Sınıf Öğrencisi