Bir insan çevresindekilere saygı göstermezse o
insanlarla bir arada yaşaması imkânsız hale gelir. Onların duygularına,
düşüncelerine, hayat şekillerine kısacası her şeyine saygı göstermek gerekir.
Saygının olmadığı bir toplumda kargaşa vardır, kin ve nefret vardır. Bu
duyguların hâkim olduğu toplumda da birbirinden kaçan ve karşısındakine sürekli
şüpheyle bakan bireyler ortaya çıkar. Bu insanların ülkü birliği oluşturmuş, sağlıklı
bir toplum olmasını asla bekleyemezsiniz.
Saygı, yanında diğer değerleri de getirir. Çevresine karşı saygılı olan insan her zaman
sevilir, toplum tarafından yüceltilir. Bu insanlar, bir dediği iki edilmeyen
insanlar hâline gelirler. Bir de bu değerden mahrum olanları bir düşünelim:
Onları kim sever, onlara kim değer verir ya da zor zamanlarında onların
yardımına kim koşar? Tabii ki kimse...
Bir söz var, bilirsiniz: Saygı talep edilmez,
hak edilir. Saygı görmek istiyorsanız, sevilmek istiyorsanız, size birilerinin
yardım etmesini istiyorsanız öncelikle sizin bunları çevrenizdekilerden
esirgememeniz gerekir. Aksi hâlde kimseden bunları talep edemezsiniz.
İnsan hâlinden anlamayan bir doktor, dünya
yansa bir kalbur samanı olmayan bir polis, öğrencilerine hep en iyi örnek olmak
için çabalamayan bir öğretmen yahut yaptığı işi en iyi şekilde yapmaya
çalışmayan bir işçi saygı görebilir mi, insanlar tarafından sevilebilir mi? Bu tip kişilere kim, niçin saygı göstersin ki?
Onların niye sevsin ki? Bu kafadakiler, istedikleri kadar beklenti içinde
olsunlar. İnsanların gönlündeki buz dağının bir parçası olmaktan kurtulamazlar.
Demek ki saygı, sevgi, yardımseverlik vb.
değerlerin meyvelerinin toplanması için öncelikle saygı ve sevgi tohumlarının
gönül toprağına ekilmesi ve bu tohumların bol bol sulanması gerekmektedir. Bu nedenle insanlardan beklediklerimizi, onlardan
görmek istediklerimizi öncelikle bizim onlara vermemiz gerekir. Aksi hâlde boş
bir beklenti içerisinde oluruz ve dolayısıyla bu beklentilerimiz hiçbir zaman
gerçekleşmeyecektir.