11 Aralık 2024 Çarşamba

BİRLİK VE BERABERLİK

Ayşe ve ailesi İstanbul'da yaşıyorlardı. Annesi ve babası çalışıyordu. Okullar tatil olunca köye ninesinin ve dedesinin yanına kalmaya gidecekti. Bunun için çok heyecanlı ve bir o kadar da mutluydu. Köyü ve oradaki insanları çok seviyordu.

Karne günü geldi ve Ayşe köye gitti.3 ay köyde kalacaktı. Ayşe sekiz yaşında, kumral, kahverengi gözlü, akıllı, terbiyeli ve sevecen bir çocuktu. Ayşe’nin köyde bir sürü arkadaşı vardı. Emine yan komşunun kızlarından biriydi. Fatma karşı komşunun kızı, Ali de muhtarın oğluydu. Ayşe şehirde bulamadığı birlik ve beraberliği, komşuluğu, arkadaşlığı, yardımlaşmayı burada yaşıyordu. Burada doğal yaşam, organik besin, temiz hava ona iyi geliyordu. Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra arkadaşlarıyla buluşur akşama kadar oynarlardı. O gün Fatmaların bahçesinde kadınlar ateş yakmış hamur yoğurmuşlar ekmek yapıyorlardı. 

Köyün kadınları birlik ve beraberlik içinde hem eğlenip hem de ekmeklerini yapıyorlardı. Fatma’nın annesi çok becerikli, çok lezzetli yemekler yapardı. O gün çocuklara çeşitli börekler yaptı. Ayşe ve Emine peynirli börek, Fatma patatesli börek, Ali ise ıspanaklı börek seviyordu. Yanında ayran ile çok güzel karınlarını doyurdular. Köyün erkekleri bahçelerine sulama sistemi yapmak için toplandılar. Bu köyde çok güzel yardımlaşma birlik ve beraberlik vardı. Herkes birbirine yardım eder, eksiğini tamamlardı. Ömer dede çok yaşlı ve yalnız yaşayan biriydi. Muhtar köyde yaşayanları liste yapıp kimin neye ihtiyacı varsa not almıştı. 

Ali on yaşında, akıllı, zeki ve babasına yardımcı olan bir çocuktu. Ali’nin bir de köpeği vardı adı Yumak’tı çok tatlı siyah beyaz renkli bir köpekti. Ömer dedeyi çocuklar her gün ziyaret eder ona yemek götürürlerdi. O da çocukları sever onlara masallar anlatırdı. O gün Ömer dedeye yemek götüren çocuklar Ömer dedenin kapısını çaldılar, fakat açan olmadı Emine ağlamaya başladı. Ömer dedeye bir şey oldu diye korktular. 

Emine en küçükleri ve çok duygusal bir kızdı. Ali hemen babasını çağırdı. Babası kapıyı açtığında Ömer dede yere düşmüş baygın yatıyordu. Ali’nin babası hastaneye götürdü. Ömer dedenin tansiyonu çıktığı için fenalaşmış ve bayılmıştı. Ömer dede birkaç gün hastanede kaldıktan sonra evine döndü. Çocuklar Ömer dedeyi ziyarete gittiler, giderken de ona meyve ve yemekte götürdüler. 

Ömer dede onları görünce çok mutlu oldu. Ayşe’nin günleri burada çok hızlı geçiyordu. Dedesi ve ninesi ile tarlaya gider akşama kadar bütün köylü tarlalarında çalışırlardı. Çocuklarda oyunlar oynardı. Bu köy yardımlaşmayı, dayanışmayı, birbirlerine sahip çıkmayı seven bir köydü. Birlikten her zaman kuvvet doğduğunu biliyorlardı. Köyün adı da Güzelköy’dü.

Ayşe İstanbul’a gidince köyünü ve insanlarını çok özlüyordu. Ailesine anlatacak bir sürü anıları olmuştu ve tatil bitmişti babası ve annesi Ayşe’yi alıp evlerine döndüler. 

Elif Mina BOSTANCI 

 İsmetpaşa Ortaokulu 

 5/A Sınıfı Öğrencisi 

28 Kasım 2024 Perşembe

DOSTLUK

        Ülkü girişken, zeki ve sevecendi. Ela ise içine kapanık, teknoloji ile haşır neşir bir insandı ancak Ankara’ya taşınana kadar. Ankara’da güzel bir siteye taşındılar. Ülküler ise yan dairede oturuyorlardı. Ülkü yeni bir komşuları olduğu için hoş geldin ziyareti yapmak üzere limonlu kek hazırlayıp annesi ile Elalara gittiler. İşte o gün Ela kendine yeni bir arkadaş edinmişti, artık yalnız değildi. Bir dostu vardı. Can dostu… O zamandan bu zamana hep sitenin bahçesinde oyunlar oynamışlardı. Salıncakta sallandılar, ebelemeç oynayıp, voleybol maçı yaptılar. 

        Akşamları aileleri ile Uno oynamak favori aktiviteleri arasındaydı. Hatta bazen birbirlerinin saçlarını yaparlardı. Açıkçası Ela’nın işi zordu. Kısa saça model yapmak kolay değildi. Çünkü Ülkü kısa saçlı kumral bir kızdı. Ela ise sarışın ve uzun saçlıydı. Ama bu bir dezavantaj değildi. Ela aksine kendini bu alanda geliştirmiş oluyordu, onun en büyük hayallerinden biri kuaför olmaktı. Çünkü hem kendine hemde Ülkü’ye yaptığı modeller oldukça zor ve güzeldi. Ülkü ise hep öğretmen olmak istemişti. Yani ikiside hayalindeki mesleğe sahip olmak için çabalıyordu. Kendilerini çocukken geliştirmeye başlamışlardı. 

        Bir gün çardakta hayalleri üzerine konuşurlarken, yanlarına iki çocuk daha geldi. Meğer bu çocuklar Sıla ve Ahmet'miş. Çocuklarla kaynaşıp kısa sürede arkadaş oldular. Ahmet uzun ve esmer, Sıla ise orta boylu, kumral bir kızdır. Bir gün bu dört arkadaş sözleşip sitenin parkında buluştular. Konuları ise site bahçesini kirletip, dağıtan bir grup çocuktu. Ülkü, Sıla ve Ela bu durumu garipsemişlerdi. Çünkü sitedeki çocukların böyle bir şey yapmayacaklarını düşünüyorlardı. Ahmet ise onlara katılmıyor yanıldıklarını düşünüyordu. Çünkü o çocukları hiç gözü tutmamıştı. Ela bu durumu çözmek için bir plan yapmıştı. Çocukları takip edip ilk fırsatta onlar ile konuşacaklardı. Ülkü karşı çıktı çünkü çocuklar onları tersleyip karşı çıkabilirlerdi. En iyisi onların etrafı kirlettiği bir zamanda harekete geçmekti. Sonra planı detaylıca konuşup, yer ve saat belirleyip evlerine çekildiler. Plan günü geldi çattı herkes yiyecek hazırlayıp aynı çardakta buluşacaklardı. Ülkü limonlu kek, Ela sarma, Ahmet ve Sıla ise mantı getirdiler. Çardakta yemeklerini yiyip Uno oynuyorlardı. Birden çocukların geldiğini ve parkta çekirdek yiyip çöplerini yere atıp etrafı kirlettiklerini gördüler. Hemen parka gittiler. Ahmet atıldı: 

        — Hey! Ne yapıyorsunuz? 

         — Sizce ne yapıyoruz? 

        — Bizce sitemizi kirletiyorsunuz. 

        — Öyleyse ne olmuş? 

        — Ne mi olmuş? Çevreyi kirletmiş oluyorsunuz. Birlikte yaşadığımız çevreyi. 

         — Off… Ne uzattınız be! 

        — O ne demek hemen bir eldiven, poşet alıp geliyorum. Temizliyoruz burayı. 

         — Tamam. Öyle olsun madem. 

        Aslında pek de öyle olmadı. Eldiven ve poşeti çardaktan alıp geldiklerinde çocuklar yoktu. En sonunda site güvenliğine gidip olayı anlattılar. Güvenlik İhsan Beyde çok şaşkındı bu ikinci bir şikayetti. Sitedeki herkesi uyarıp uyandıracak bir şey yapılmalıydı. Belki afişler, belki toplantı. Çareyi bir program hazırlayıp sunmakla buldular. Akşam site grubuna bir mesaj geldi. “Bu akşam saat altıda toplanma alanında bir programımız olacak. Herkesi bekleriz.” İşte bu gerekli olan mesajdı. Her şey hazırdı projeksiyondan perdesine perdeden sandalyelere tamamdı yani. Site sakinleri gelmeye başlamıştı. Program ise yaklaşık bir saat sonra sona erdi ve o günden sonra bir daha siteyi ve site bahçesini kirleten de olmadı. Çocuklar bu duruma çok mutlu oldu. Ve ertesi gün site bahçesinde en sevdikleri sokak oyunlarından bahsettiler. Aralarında en çok istop oyunu seviliyordu. İstop oynadılar, saklambaç oynadılar ve oldukça eğlendiler. 

            Ülkü ve Ahmet böyle oyunlara bayılırdı. Ela ve Sıla ise kutu oyunlarını ve diğer sokak oyunlarını seviyorlardı ve bu dört çocuk daima arkadaş kaldılar. 

Ceylin ARSLAN 

İsmetpaşa Ortaokulu 

5/A Sınıfı Öğrencisi  


5 Mart 2024 Salı

DENİZ GÖZLÜ KAHRAMAN


Okyanus gözlü sarışın bir vatandaş,
Elde avuçta yokken düşmana atan taş.
Duramaz karşısında ne İtalyan ne Ermeni,
En cesurları şehadet yolu beklemeli.

Boncuk gözlü, sarışın bir yazar,
Duramaz karşısında ne Napolyon ne Sezar.
Girerse Anadolu'ya soysuz, korku onu sarar,
Vay haline, ona olur Anadolu bir mezar.

Gökyüzü gözlü sarışın bir komutan,
Duramaz karşısında ne Ekber Şah ne Timur Han.
Bana bu şiiri yazdırıp okutan
Deniz gözlü biri, bu cumhuriyeti kuran.


Yavuz Selim YİĞİT
8/B

24 Kasım 2023 Cuma

İNSAN VE ZAMAN


İnsan, aklı ve düşünme yeteneği olan dünya üzerindeki en gelişmiş canlıdır aslında. Peki ya zaman? Zaman ise bir işin bir durum içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre kısaca vakit demektir. İnsan ve zaman aynı küme içerisinde bulunan iki kavramdır bence ve pek de ehemmiyetli bir kümedir bu. Aslında insan ve zaman arasındaki ilişki karmaşık ve çok yönlüdür. İnsanlar zamanı algılar zamanın farkında olur ve yapacağı işleri zamana göre tasarlarlar.

İnsanların yaşam süreleri sınırlı olduğundan zamanı ölçerler ve zamanı planlama, geçmişi hatırlama, anı yaşama ve geleceği hayal etme gibi faaliyetlerde kullanırlar. Çoğu insan zamanını sadece öldürmek yani zamanını sadece geçirmek için kullanır. Özellikte günümüzde teknolojinin de hızla gelişmesiyle birlikte zamanın nasıl geçirileceği hususunda birçok seçenek bulunmaktadır. Ancak bu seçenekler arasında doğru tercihleri yapmak oldukça önemlidir. Zamanı boşa harcamak gelecekte pişman duyacağımız anlara mal olabilir.

Örneğin benim düşünceme göre son dönemlerde hele ki biz gençler için anı yaşamak diye bir şey kalmadı. Misalen bir şahsın doğum günü partisi ve o doğum gününde pastanın kesilmesinden doğum gününün bitişine kadar fotoğraf çekmek için kameralar, telefonlar, fotoğraf makineleri insanlarının elinden düşmüyor. Hâlbuki herkes elinden telefonunu bıraksa o günün, o anın tadını çıkarabilecek. Yani anı yaşamak daha çok teknolojinin olmadığı zamanlarda varmış.

Zamanın önemini anlamak için, onun kıymetini bilmek gerekir. Her gün yalnızca 24 saat kullanma imkânına sahibiz ve bu süre dikkatli bir şekilde planlanmalıdır.

Aynı zamanda, zamanı sevdiklerimizle ve hobilerimizle geçirmek de çok önemlidir. Zamanı sevdiklerimizle paylaşmak ilişkilerimizi güçlendirir ve anılarımızı değerli kılar. Hobiler ve tutkular ise bize keyif verir, stresi azaltır ve yaratıcılığımızı besler. Yani zamanı sadece geçirmek yerine farklı aktiviteler yaparak zamanımızı daha iyi ve değerli kılarız. Zamanı sadece geçirmek için boş boş eylemlerde bulunan insanlarsa zamanı en çok israf eden insanlardır. Hatta Charles Darwin bunun ile ilgili “Bir saatini bile boşa harcamaya cesaret eden insan, yaşamın değerini henüz keşfetmemiş demektir.” demiştir.

Özetle zaman aslında hayatımızın en değerli varlığıdır. Onunla doğru bir şekilde ilişki kurabilmek ve kullanabilmek, bize daha mutlu, daha rahatlamış ve daha başarılı bir yaşam sunacaktır. Zamanı boşa harcamak yerine kişisel gelişime, aktivitelere, hobilere, değerli anlara ve ilişkilere odaklanarak zamanımızı daha verimli bir şekilde kullanmalıyız. Unutmayalım ki vakit nakittir.


Ferit Eymen ARDIÇ

8/D