5 Mart 2024 Salı

DENİZ GÖZLÜ KAHRAMAN


Okyanus gözlü sarışın bir vatandaş,
Elde avuçta yokken düşmana atan taş.
Duramaz karşısında ne İtalyan ne Ermeni,
En cesurları şehadet yolu beklemeli.

Boncuk gözlü, sarışın bir yazar,
Duramaz karşısında ne Napolyon ne Sezar.
Girerse Anadolu'ya soysuz, korku onu sarar,
Vay haline, ona olur Anadolu bir mezar.

Gökyüzü gözlü sarışın bir komutan,
Duramaz karşısında ne Ekber Şah ne Timur Han.
Bana bu şiiri yazdırıp okutan
Deniz gözlü biri, bu cumhuriyeti kuran.


Yavuz Selim YİĞİT
8/B

24 Kasım 2023 Cuma

İNSAN VE ZAMAN


İnsan, aklı ve düşünme yeteneği olan dünya üzerindeki en gelişmiş canlıdır aslında. Peki ya zaman? Zaman ise bir işin bir durum içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre kısaca vakit demektir. İnsan ve zaman aynı küme içerisinde bulunan iki kavramdır bence ve pek de ehemmiyetli bir kümedir bu. Aslında insan ve zaman arasındaki ilişki karmaşık ve çok yönlüdür. İnsanlar zamanı algılar zamanın farkında olur ve yapacağı işleri zamana göre tasarlarlar.

İnsanların yaşam süreleri sınırlı olduğundan zamanı ölçerler ve zamanı planlama, geçmişi hatırlama, anı yaşama ve geleceği hayal etme gibi faaliyetlerde kullanırlar. Çoğu insan zamanını sadece öldürmek yani zamanını sadece geçirmek için kullanır. Özellikte günümüzde teknolojinin de hızla gelişmesiyle birlikte zamanın nasıl geçirileceği hususunda birçok seçenek bulunmaktadır. Ancak bu seçenekler arasında doğru tercihleri yapmak oldukça önemlidir. Zamanı boşa harcamak gelecekte pişman duyacağımız anlara mal olabilir.

Örneğin benim düşünceme göre son dönemlerde hele ki biz gençler için anı yaşamak diye bir şey kalmadı. Misalen bir şahsın doğum günü partisi ve o doğum gününde pastanın kesilmesinden doğum gününün bitişine kadar fotoğraf çekmek için kameralar, telefonlar, fotoğraf makineleri insanlarının elinden düşmüyor. Hâlbuki herkes elinden telefonunu bıraksa o günün, o anın tadını çıkarabilecek. Yani anı yaşamak daha çok teknolojinin olmadığı zamanlarda varmış.

Zamanın önemini anlamak için, onun kıymetini bilmek gerekir. Her gün yalnızca 24 saat kullanma imkânına sahibiz ve bu süre dikkatli bir şekilde planlanmalıdır.

Aynı zamanda, zamanı sevdiklerimizle ve hobilerimizle geçirmek de çok önemlidir. Zamanı sevdiklerimizle paylaşmak ilişkilerimizi güçlendirir ve anılarımızı değerli kılar. Hobiler ve tutkular ise bize keyif verir, stresi azaltır ve yaratıcılığımızı besler. Yani zamanı sadece geçirmek yerine farklı aktiviteler yaparak zamanımızı daha iyi ve değerli kılarız. Zamanı sadece geçirmek için boş boş eylemlerde bulunan insanlarsa zamanı en çok israf eden insanlardır. Hatta Charles Darwin bunun ile ilgili “Bir saatini bile boşa harcamaya cesaret eden insan, yaşamın değerini henüz keşfetmemiş demektir.” demiştir.

Özetle zaman aslında hayatımızın en değerli varlığıdır. Onunla doğru bir şekilde ilişki kurabilmek ve kullanabilmek, bize daha mutlu, daha rahatlamış ve daha başarılı bir yaşam sunacaktır. Zamanı boşa harcamak yerine kişisel gelişime, aktivitelere, hobilere, değerli anlara ve ilişkilere odaklanarak zamanımızı daha verimli bir şekilde kullanmalıyız. Unutmayalım ki vakit nakittir.


Ferit Eymen ARDIÇ

8/D

     


     

  


22 Kasım 2023 Çarşamba

ÖĞRETMEN

İnsanlar, sosyal varlıklardır. Yaşamaları için para kazanmalı, para kazanmaları için ise iş sahibi olmalılardır. İş sahibi olabilmesi için ise insanların sosyal ilişkiler kurabilmesi, sorumluluk sahibi, nitelikli vb. Özellikler lazımdır. Peki bunları kimden öğrenecekler

Öğretmen, insanı eğiten, sorumluluk sahibi yapan, hayata hazırlayan kişilerdir. Maalesef ülkemizde öğretmelerin değeri bilinmiyor. Öğretmenlere darp, hakaret, saygısızlık gibi birçok şey yapılmaktadır. Bu olaylar maalesef ülkemizde son zamanlarda fazla şekilde artmaktadır. Oysaki öğretmenlerimiz elmastan daha değerlidir.

Öğretmelerimiz üzerine birçok sözümüz vardır. Örneğin Mustafa Kemal Atatürk “Geleceğin güvencesi sağlam temellere dayalı bir eğitime, eğitim ise öğretmene dayalıdır.” demiştir. Nikos Kazancakis “İyi bir öğretmen, şundan daha iyi bir armağan istemez: Kendinden üstün öğrencisi olması.” demiştir. Victor Huga ise “Bence, ne yapılsa da iki insanın hakkı ödenmez. Bunlar, öğretmen ve annedir.” demiştir. Buna benzer birçok söz vardır.

Özetlemek gerekirse birçok ünlü kişi öğretmenlerin değerini bilmektedir. Peki bizim ne farkımız var ki öğretmenlerin değerini bilmeyelim?

Çınar ALBAYRAK

8/C


SAYGI

Saygı kelimesinin anlamı sözlükte “bizden büyüklere incelik gösterme ve çekinme duygusu” şeklinde verilmiştir. Ama bana kalırsa saygı, bir yaşam duvarı, sevgi ve hayattır.

Bizler çok iyi biliyoruz ki çevremizde farklı müzik ve sanat anlayışına sahip, farklı damak tatlarına ve farklı spor dallarına ilgi duyan ve daha birçok konuda farklı görüşlere sahip insanlar var. Bunlar bizim yaşamımızı, hayatımızı ve sevgi duygumuzu oluşturan kavramlar. Fakat bazen bizler farkında olmadan herkesin kendimiz gibi düşünmesini bekleyip onların sevdiği şeyleri pervasızca yargılayabiliyoruz. Mesala “Iy, cidden bunları mı dinliyorsun?” ve “Midesiz misin, ekşiyi nasıl sevebiliyorsun?” gibi cümleler kurup karşımızdakinin kalbini kırmış, saygı çerçevesinden atmış oluruz kendimizi. Biz düşünmeden bu şekilde konuşup karşımızdakinden sevdiğimiz konulara saygı göstermesini bekleriz.

Hayatımız boyunca bizlere büyüklerimize, önemli kişilere ve büyük bir mesleğe sahip olanlara saygı göstermemiz öğretildi. Ama unutulan bir şey var ki küçükler büyüklerden ne işitir, ne görürse onu yapmakta ısrar ederler. Bizler küçüklerimize kaba ve pervasızca konuşup davranırsak “O daha küçük, ne anlar?” gibi düşüncelere kapılıp sevdiği ve ilgi duyduğu alanlara saygı göstermezsek onlar bize büyüdüklerinde ne saygı gösterirler ne de sevgi.

Uzun lafın kısası, bizler unutmamalıyız ki saygı sadece büyüklerimizin yanında usturuplu durup doğru konuşmak, insanların ilgi duyduğu şeyleri övmek değil; yaşı, makamı, mesleği veya görüntüsü nasıl olursa olsun ilk önce o kişiyi sevmektir. Yani saygının temeli sadece davranışlar ve güzel sözler değil, sevgidir bence.

Ecrin KABASAKAL

8/C


15 Temmuz 2023 Cumartesi

ÇOCUĞUMU HANGİ DERSHANEYE GÖNDEREYİM?

       
Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sistemi (TEOG) kaldırıldı ve bu sistemle 8. sınıfta olan tüm öğrencilerin sınava girme zorunluluğu da ortadan kalkmış oldu. Ortaokulu bitirip iyi bir liseye yerleşmek isteyen bir öğrencinin sınava hazırlanması gayet normal karşılanabilir ancak böyle bir kaygısı olmayan öğrencinin bu sürece sürüklenmesi çok da mantıklı değildi. İlk başta yazılı sınavı olarak planlanıp sınav stresinin önüne geçilmek istense de bu sistem, hiç de düşünüldüğü gibi sonuçlar doğurmadı. Aksine bütün öğrencilerin hatta velilerin aşırı bir sınav stresi yaşamasına sebep oldu. Neyse ki bu sistem de daha öncekiler gibi birkaç yıl içinde tarihin tozlu sayfalarındaki yerini aldı. 
2018 yılında, 8. sınıfta okuyan öğrencilerin sadece %10'u kadarını sınavla bir liseye yerleştirmeyi amaçlayan LGS ile müşerref olduk. Peki, sınava hazırlanmayı alışkanlık hâline getirmiş bir öğrenci milleti ile çocuğunu okul kursundan dershaneye, oradan da etüt merkezlerine koşturan veliler bu sistemi nasıl anladı? Üzülerek söylüyorum, yanlış anladı. Çünkü "Bir sınav varsa biz o sınava girer ve nitelikli liselerden birini kazanırız." mealindeki söz, velilerin tamamına yakını tarafından telaffuz edilmeye başlandı. Hâlbuki LGS, sadece %10'luk kesimi ilgilendiren bir sınav olarak kurgulanmıştı. Bir milyondan fazla öğrenci sınava girdi fakat bunların yaklaşık 900 bini hüsrana uğradı. Bunun böyle olacağı da baştan belliydi aslında. Her neyse, sözü fazla uzatmadan asıl konumuza gelelim:
Yeni dönemin başlamasına az bir zaman kala telefonlarımız sürekli çalıyor. Çocuğu 8. sınıfa geçen velilerimizin neredeyse tamamı onu hangi dershaneye/etüt merkezine göndersem telaşı içinde. Gariptir, hiç ders çalışma gibi bir niyeti olmayan öğrencilerimiz de dershane/etüt merkezi araştırmaya başlamışlar bile. (Bakanlığın bu tip yapıları yasaklamış olmasına rağmen farklı isimler altında dershanecilik faaliyetlerine devam eden kurumlar var demek ki.) Veliler kararı çoktan vermiş olmalarına rağmen son olarak öğretmenlerini arama ihtiyacı içindeler. 
   Hocam, bizim oğlanın/kızın dersleri pek iyi değil, sene sonu da sınav var. Kendisini şu dershaneye yazdırmayı düşünüyoruz, ne dersiniz? 
Tabii ki hiçbir şey diyemeyiz ama şunu sormamız lazım: Hafta içi kendi öğretmeninden, hafta sonu da okuldaki kurs öğretmeninden öğrenemeyen bir öğrencinin aynı şartlarda (15-20 kişilik sınıflarda) dershanedeki/etüt merkezindeki öğretmenden öğrenmesi mümkün mü? Ya da bu tip fazladan dersler almak, sadece bedenen bu derslerde bulunmak iyi bir lise kazanmak için yeterli olur mu?
Şimdiye kadarki tecrübelerimiz bunun yeterli olmadığını defalarca gösterdi bizlere. Bir öğrenci, hangi ders olursa olsun, durumu içselleştirmediği sürece arkadan ittirilerek başarılı olamaz. 
Ahmet Şerif İzgören, "Şu Hortumlu Dünya'da Fil Yalnızca Bir Hayvandır" adlı kitabındaki "Kim Olduğumuz Üzerine" başlıklı yazısında kişinin kendine sorması gereken üç sorudan bahseder:
1. Ben kimim?
2. Niçin buradayım?
3. Yapmak istediğim şey bu mu?
Bu sorulardan da hareketle başarıya giden yol, öncelikle kendimizi tanımaktan geçiyor. Zayıf yanlarım, güçlü yanlarım, yeteneklerim, ilgilerim vb. her daim gözümüzün önünde bulunması gereken önemli unsurlardır. Bizde neyin eksik olduğunu bilelim ki onu tamamlama yoluna gidebilelim. Aksi hâlde aynı yoldan geçerek farklı hedeflere ulaşmamız söz konusu olamaz. 
Gelecek kaygısı ve hedefleri olan bir öğrenci, durduğu yeri daima sorgulamak zorundadır. Niçin okuldayım, bu derse niye girdim? Amacım uyumak mı, dersi kaynatmak mı yoksa dersin içinde aktif biçimde rol alarak kazanımlara ulaşmak mı? Eğer maksat uyumak ya da vakit geçirmek ise okula, dershaneye, etüt merkezine gitmeye gerek yok. Bu; her an, her yerde kolayca gerçekleştirilebilir. Velilerimiz bu düşüncedeki çocuklarını bırakın etüt merkezi veya dershaneyi, uzaya gönderseler bile sonuç değişmeyecek. Bu nedenle velilerimizin, çocuklarını çok iyi tanıması büyük önem arz etmekte. 
Peki, bilinçli ve hedefleri olan bir öğrenci bu süreçten nasıl başarıyla çıkabilir? Dershaneye, etüt merkezine gitmek zorunda mı? Yazımın başında da belirttiğim gibi birçok velimiz başarının buna bağlı olduğunu düşünüyor. Ne var ki kazın ayağı göründüğü gibi değil.Geçtiğimiz yıllarda birçok öğrencimiz sadece okul kurslarına katılarak ve öğretmenlerinin uyarılarını dikkate alıp çalışarak Türkiye'nin en prestijli liselerine girmeyi başardı. Bu kadar kolay mı hocam, bunu nasıl başardılar, diye soracaksınız tabii. Düzenli şekilde çalışarak, eksiklerini belirleyip ilgili branş öğretmeniyle bu eksiklerini bire bir gidererek ve her konunun sonunda yeterli pekiştirme çalışmalarını yaparak başardılar. En önemlisi de bu başarıyı önce kendileri istediler. Aileleri ya da öğretmenleri istediği için çalışmadılar. Hedefleri vardı, bu yolda aileleri ve öğretmenlerinden destek alarak hedeflerine ulaştılar. 
Unutulmamalıdır ki hiçbir veli, okul, etüt merkezi vb. çalışma alışkanlığı olmayan, başarıyı istemeyen, hedefsiz öğrenciyi bir yere getiremez. Aile olarak çocuğunuzu en kaliteli ve pahalı dershanelere de gönderseniz sene sonunda karşılaşacağınız sonuç değişmeyecektir. Bu nedenle tüm ebeveynlerimizin, çocukları sınav çağına gelmeden onlara  sorumluluk ve çalışma alışkanlığı kazandırmış olması gerekmektedir. Bunu sekizinci sınıfa gelince yapmak imkânsız çünkü. Ağaç yaşken eğilir, dememe gerek yok sanırım. 
Satırlarıma son verirken sınava girecek ve hakkıyla çalışan tüm öğrencilerimize muvaffakiyetler, heyecanlı velilerimize de sabırlar diliyorum.

Aydın KESKİN 
Türkçe Öğretmeni 
Düzce İsmetpaşa Ortaokulu